Henüz yarısına bile erişemediği seksen yaşın ağır aksak adımlarıyla yürür gibi aheste geçtiği sokakta, ilk gençlik yıllarına dair izlere rastladıkça omuzlarındaki yük artmış, göğüs kafesinin orta yerine bir fil oturmuştu. Bir topun peşinde sabahtan akşama kadar yorulmadan koştukları toprak sahanın yerine bina dikilmişti, ama sahanın az ötesindeki sıra selviler hala tüm dik başlılıklarıyla yerlerindeydiler. Eve tuvalet için girse bir daha çıkamama korkusuyla selvileri az sulamamıştı. Çarpık bir gülümsemeye neden olan imgeler bir bir sıralanırken adımları onu evlerinin önüne kadar getirmişti. Sıvası yer yer dökülmüş, sanki biraz da beli bükülmüş gibi duran beş katlı binanın dördüncü katındaki dairede, tüm odaların ışıkları yanıyordu.
Binanın altındaki bakkal dükkânından çıkan adamı hayal meyal hatırladı da, mahallenin tek berberi oluşundan mütevellit havasından yanına yaklaşılmayan adamın adını hatırlayamadı. Zaten saçı sakalına karışmış adamda o havadan eser de kalmamıştı. Bakkalın tabelasındaki isim değişse de, dükkânın mavi renkli demir kapısı hala veresiye defterine açılıyordu. Neredeyse tüm mahalle halkının kimi birkaç satırlık, kimi sayfalık borcunun yazılı olduğu bakkal defterini, akla gelmedik haylazlıklarda başrolü paylaştığı arkadaşı Sedat ile kaçırdıkları ve kurbağalı dereye fırlattıkları gün gözlerinin önüne geldi. Kendilerini Robin Hood gibi hissetmelerine sebep olan,
akıllarınca düzene başkaldırdıkları eylem yüzünden babasından yediği sopaların sızısını hala sırtındahissedebiliyor oluşuna şaşırdı. Bazı sızılar asla geçmiyordu.
On yedi sene evvel haykırarak çıktığı binanın kapısından içeriye sessizce girerken, karanlık bir mağaraya sızan ışıkla havalanan yarasalar gibi, onlarca anı beynine üşüşmeye başladı. Tüm yolculuk boyunca kendi kendine telkinlerde bulunduğu üzere; vazgeçmeyecekti. Hele hele buraya kadar geldikten sonra vazgeçemezdi. Zamanında bunun için bir yemin etmişti, gereği yerine getirilecekti.
Binaya girdiği anda burun deliklerinden içeriye giren havaya asılan koku molekülleri, ona giriş katında oturan Ekrem amcayı anımsattı. “Hala hayatta mıdır ki?” diye mırıldandı. Baba kavramını her düşündüğünde gözlerinin önünde onun tezahürü olurdu. Onu koruyan, mahalledeki haylazlıklarında ona arka çıkan, cebine harçlık koyan uzun boylu, geniş omuzlu adamın babası olmasını dilerdi. Ziline bassa, döndüm, dese, yeminimi tutuyorum, dese, ellerinden öpse acaba Ekrem amca ona yine harçlık verir miydi? Otuz altı yaşındaki bir adam için artık harçlıktan daha önemli umutlar vardı, Ekrem amcanın veremeyeceği, ama üç kat yukarıda bulabileceği bir
umut: Aile olmak.
Çocukken atlaya zıplaya tırmandığı merdivenleri, dönüştüğü bu kimsesiz adam olarak tırmanmak dik bir yamacı gerekli alet edevat olmadan aşmak gibi zorlu geçecekti. Giriş katını üst kata bağlayan merdivenlerin altıncı basamağına adımını attığında sendeledi. Tırabzanlardan tutunarak soğuk mermere oturdu. Onca zaman hayalini kurduğu an gelip çatmışken, dizlerinden çekilen kan yüzüne hücum etmiş, yanakları alev alev yanıyordu. Umut ettiği şeye kavuşamamak ve bir kez daha reddedilmek fikri bedeninden tüm gücü soğurmuştu. İki yandan örgülü saçlarını savurarak yürüyen kızını düşündü. “Senin annen nerede babacığım?” diye sorarken
yüzünü okşayan pamuk ellerini öpüşünü ve ona cevap veremeyişini… Oturduğu yerden güçlükle doğrulurken,
her düşüşünde yeniden ayağa kalkmayı, bildiği tek yolla ona öğreten adamı düşündü, son kez düşünmeye
yemin ederek.
Her kat için on sekiz tane basamak tırmanmak zorunda kalınan döner merdivenlerin mermer zemininin yerini mozaik aldığında ikinci katın ışıkları yandı. Henüz çocukken, yani hareket sensörlü lambalar icat edilmeden önce, karanlıkta duvara elini sürerek anahtara ulaşmaya çalışır, bulamamaktan korkardı. Kendi dünyasının karanlığı ile sarmalanmış bir çocuk için karanlıktan korkmak, arkadaşları tarafından duyulsa dalga konusu yapılacak bir korkuydu. Çocuk dünyası acımasızdı, hele böyle bir mahallede korkmak delikanlılığa sığmazdı. Dik durmak, erkek gibi dövüşmek, küfürlü konuşmak ve yediğin dayakların bıraktığı morlukları, hiç acı çekmemiş
gibi gururla sergilemek güçlü olmanın karşılığıydı. Güçlü olmak zorundaydın. Hem de öyle güçlü olmalıydın ki
gerekirse tüm sevdiklerini geride bırakabilecek kadar gözü kara…
Elifler bu katta otururdu. İlk ve tek aşkıydı Elif. Evdeki fırtınadan kaçtığı bir sabah, onu saklamak için evlerinin kapısını aralayacak kadar, kaşında açılan fay hattına titrek elleriyle oksijenli su sürecek kadar da cesur bir kızdı. Elif’in elleri yüzünde gezdikçe gözlerini kapatmış fırtınanın yerini ılık bir melteme bıraktığını iliklerine kadar hissetmişti. Kızcağız, “Seni neden sevmiyor Yaşar abi? Bence sen çok iyi bir insansın,” deyip çocuk yüreğiyle teselliye bile kalkmıştı. O günden sonra ne zaman deri kemer sırtında şaklasa gözlerini kapatmış, yine Elif’i ve sabun kokan ellerini düşünmüştü. Unuttum sanırken, yıllar sonra bankada sırasının gelmesini beklediği bir sabah, kapıdan içeri giren kadına önce üstünkörü bakmış, beyninde çakan şimşekle dönüp yeniden bakmıştı. Kara kuru bir kız çocuğu olarak geride bıraktığı Elif, serpilmiş, narin bir genç kadın oluvermişti. Evlendiğini duyduğunda, ağabeyliğine yakışır bir eda ile tebrik etmiş ancak bankadan çıkar çıkmaz bulduğu ilk ağacın altında ağlamıştı. Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silerken, ağlamaktan daha çok evde onu bekleyen karısından utanmıştı. Elif’le ilgili bir umudu olmasa da, Elif geride bıraktığı hiçbir şeyin aynı kalmadığı gerçeğinin
diğer adı olmuştu.
Üçüncü katı dördüncü kata bağlayan on sekiz basamağı çıkmak için attığı adımların sayısı bini bulurken, hayatının acı gerçekleriyle yüzleşmekten kaçmak ile yeniden aile olabilme umudu arasında bir yerde duruyordu. Dönerek çıktığı merdivenler onu bir dönüşün kapısına kadar getirdi. On yedi sene önce ardından kapatılan kapının önündeki ayakkabı yığınının arasında göremediği yumurta topuklu ayakkabının boşluğuna kendi loaferlarını yerleştirerek bekledi, bekledi. Bedeninin iki yanında birer külçe gibi ağırlaşmış kolları
kalkmıyordu. Ciğerlerine ne zaman çektiğini, ne zamandır orada tuttuğunu bilmediği nefes ılık bir rüzgâr gibi geri çıktı. Geçmişe dönmek ayrılmaktan daha zordu. Kapıyı kapatmanın kapıyı açmaktan zor olduğu kadar…
Kapı açıldığında, o kapının ardında, o kapıyı ona dar edenin artık yaşamadığını biliyor olsa da, bir zalimin eline terk ettiği annesi ve kız kardeşi ile yüzleşmekten korkuyordu. Karanlıktan korktuğundan daha fazla…
Bu evdeki son fırtınanın tahrip gücü farklı olmuştu. Askerden yeni dönmüş, saçları tıraşlı, eski kıyafetleri zayıflamış bedenine bol gelen bir delikanlıyken dayak yemeyi; hem de tuzluğu neden önüne koyuyorsun gibi sudan bir sebeple belden sıyrılan deri kemeri vücudunda hissetmeyi çocukluktaki kadar kolay karşılayamamıştı. Kemer bir anda el değiştirmiş, eşek ve su arasındaki bağlantı kurulmuştu. Yılların hıncı gün yüzüne çıkmış, baba adı verilen mahlûk ne olduğunu şaşırmıştı. Kız kardeşinin çığlıkları kulağında çınlamasa belki katil olabileceği o günün sonunda sokağa atılırken, ardından ağlayan anası bir tokat darbesi ile olduğu yere çakılmış, babasını durdurmak için açılan kolları havada asılı, kalakalmıştı. Annesi ve kız kardeşine yalvaran gözlerle, “Benimle gelin,” diye bağırıp durmuş, “korkmayın, artık ondan korkmayın,” derken suratına kapanan kapının ardında bir süre çıkıp gelmelerini beklemişti. Nafile bekleyişi birkaç sene daha sürdükten, telefonlarına bile cevap verilmez olduktan sonra ailesi olmayan bir adam olmayı kabullenmişti. Şimdi de tıpkı o günkü gibi kapının ardında ölüm sessizliği vardı.
Omzuna konan bir el onu daldığı geçmişten içinde bulunduğu ana geri getirdi. Yıllar evvel sokak kapısında durmuş, “Bu evden senin cenazen çıkmadan, bu kapıdan içeri girmeyeceğim,” diye bağırırken ona gitmemesi için yalvaran tek kişi; Ekrem amca, “Döndün demek, işte şimdi Yaşar’ı olmadan yaşadım saymayan annenin yası bitecek!” dedi ve onun yapamadığını yaptı; zile bastı. Aralanan kapıdan bu kez dışarıya sızan yegâne şey: çocukluğunun güzel hatıralarıydı.
Yorum yazarak Gaziantep Güneş Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gaziantep Güneş Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gaziantep Güneş Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gaziantep Güneş Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Gaziantep Güneş Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gaziantep Güneş Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gaziantep Güneş Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gaziantep Güneş Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.